25 Temmuz 2011 Pazartesi

Love is a losing game

http://fizy.com/#s/16larq

ben bu şarkıyla aşık olmuştum sesine..o şarkıdaki iniş çıkışlarla.gittiğin yerde huzur bulmanı istiyorum.ne yaşadığın hakkında bi fikrim olmasa da konserini izleyen bi gazetecinin yazısı bağladı sana yine beni.. Yonca Tokbaş ın hurriyet teki yazısından alıyorum :

Amy Winehouse@Dubai


Amy Winehouse'un Dubai'de konser vermeye geldiğini duyduğum an çok heyecanlandım.
Müziğini çok seviyorum, çok! Kadının sesi, hayat hikayesi; düşüşleri, çıkışları, acıları onlarla baş edemeyişi her şeyi çok etkiliyor beni.
Konser için bilet almaya gittiğimde, aynı gece Abu Dhabi'de Eric Clapton'un da konseri olduğunu öğrendim. Kısa bir tereddüt geçirdim.
Sonra aynen şöyle düşündüm; Eric Clapton en az 10 yıl daha hayatta ama Amy sanki çok kısa bir hayat için aramızda.
Garip bir duygu var içimde bu kadına karşı. Annelik duygusu belki. Bilmiyorum. Amy'e aldım biletleri ve çıktım Virgin'den.
Biletleri aldığım o dakikadan itibaren bir sürü şey düşündüm. Hatta umarım sahneye çıkar, umarım konseri bitirir, umarım ayakta durabilir, umarım başına kötü bir şey gelmez, umarım uyuşturucu vesaire derken Dubai'de hapse filan girmez, başına felaketler gelmez diye endişelendim.
Daha yeni rehabilitasyondan çıkmış, temizmiş, iyiymiş lafları dolaşıyordu havada ve nedense ben, o “iyiymiş” haberlerine bile temkinle yaklaşıyordum kendi içimde.
Bu narincecik kadının halinin kime ve neye göre iyi olduğunu düşündüm durdum. Öyle kırılgan görünüyor ki o bana ve öyle zalim ki sanki hayat ona...
Neyse işte. Bütün bu duygularla gittim konsere. Hatta ilk başta iki adet 15 dakikalık gecikme olunca, “Eyvah” dedim, “çıkmayacak galiba, bir şeyler oldu!”
İnsanoğlu öyle garip ki, biletleri yakmayı göze alarak gitmiştim ben oraya. Öylesine vuruyor sesi beni. Ucundan acık duysam, görsem tamam. Oysa başkaları verdikleri paranın hakkını almaya gitmiş. Onlar da haklılar kendi dünyalarında.
Ama Amy sahneye geldiğinde, o küçücük kadıncağızın nasıl da zorlanarak şarkı söylediğini, minicik bir çekingen çocuk gibi insanlara bakamadığını, korku içinde tırnaklarına ve saçına dokunduğunu, hatta otizmli veya herhangi bir sorunu olan çocuk gibi sanki “Ben buradan inmek, gitmek, kaçmak istiyorum!” dercesine şarkıyı başından savmaya çalıştığını görünce, ağlamaklı oldum.
Kendimi sanki bir arenada boğa güreşi seyreden korkunç bir insan gibi hissettim. Ya da şöyle demeliyim; sanki bizler pirinalardık sürekli aç, Amy de bizlerin önüne atılmış bir yemdi. Onu paramparça lime lime ettik.
Hani sanki bir çocuğu sahneye koyarsınız da ne yapacağını bilemez, kaçmak ister ama kaçarsa öğretmenden azar işiteceğini bildiği için orada durmaya çalışır ya, işte öyle bir halde söylemeye çalıştıkça parçalarını; onu yuhalayan seyirci, beni daha da fena duygulara itti.
Parayı verdik bileti aldık
Her şey para! Her şey! Parayı verdik, bileti aldık, kadın söylemek, eğlendirmek, tatmin etmek zorunda. Oysa bence birileri onu bu zalim hayattan çekip almalı.
Belki sadece CD'lere müzik yapmalı. Ama insan önüne çıkacak gücü yok. Gözünde alkış da yok, yuhalama da. Duymuyor o bizleri. Bence, o sahneleri, alkışları istemiyor. Bu dünyayla baş edemiyor. Edemedikçe de dibe vuruyor.
Amy'i camdan bir fanus içinde korumaya almak istedim o tırnaklarını çekiştirip koparırken. Görmesin bu dünyanın dayanamadığı ağır yüzünü istedim.
Belli ki baş edemiyor herkes gibi. Peki ne olacak sonra dedim... Amy pıt diye kayacak işte bir sürü kayan yıldız gibi. Sonra birileri zavallı hayatını belgesel yapacak, o da çok izlenip para olacak, CD'leri yok satacak, ardından ağlayan fanları filan olacak.
Amy ise içindeki o belki hiç büyümek istememiş çocukla beraber, ne alkış ne yuhalama görmek bile istememiş ola ola, artık aramızda olmayacak.
Yonca
“back to black”



Yonca Tokbaş